22 Şubat 2021 Pazartesi

Triatlona Nasıl Başladım

 Sene 2016 Mayıs ortaları. Güzel, güneşli ve sıcak bir Pazar günü. Sabah erkenden kalkıp ailecek Lara Plajı’na gittik. Şu biraz soğuktu, ama bir süre içinde kalınca alışılacak kadar söğüt. Öyle Kuzey Buz Denizi gibi değil yani. Çocuklarla, eşimle birlikte yüzdük, şnorkelle balıkları izledik. Öyle çok fazla balık türü yok Lara sahilinde. Minanur, mırmır, bazen bir kefal sürüsü ve adını bilmediğim bir iki tür daha. Bir Maldivler değil yani. Yine de suyun altını izleyebilmek beni heyecanlandırıyor. Nedendir bilmem ama tüple dalmak ise bana hiç cazip gelmedi. Bir çok arkadaşım tavsiye etti. Ben ilgilenmedim. Denizde hem üşüyüp, hem de aynı balıkları görmekten sıkılınca, sahilde kum ile oynadık bir süre. Barajlar yaptık, kumdan kaplumbağa heykeli yaptık. Sizin anlayacağınız şahane bir Pazar günüydü. Öğle sıcağı bastırınca, açlıkta midemizde sinyaller vermeye başlayınca güneş şemsiyemizi, şnorkelleri ve diğer öte berileri toplayıp dönüş yoluna koyulduk.

 Eve ulaşmadan önceki son trafik ışığında beklerken gözüme hayatımı değiştirecek bir bilboard ilanı ilişti.

Halk triatlonu 50/100 metre yüzme – 2,5 /5 km bisiklet – 400/800 metre koşu.

15 Mayıs Pazar Konyaaltı Beachpark saat 15.00

 

Kırmızı ışık da amma uzun sürmüş. Bunların hepsini ezberliyebilecek kadar çok okuyabilmişim.

Saate baktım 13.10 yetişebilirim belki ama. Kayıt vs varsa, sağlık raporu isterlerse, bisikleti arabada nasıl taşırım? Sığar mı? Öte yandan bugün şimdiye kadar ailecek çok eğlenmiştik, ama çocuklar yorulmuştu, karnımız açtı, şimdi onları tekrar yollara düşürüp, Antalya’nın doğusundan batısına götüremezdim. Sonuç olarak o gün o yarışmaya katılamadım. Bilboardu çok geç görmüştüm.

 Bu yıl kaçırmış olabilirim, ama gelecek yıl mutlaka katılacağım diye kendi kendime söz verdim. "Triatlon" bu sözcüğü daha önceden bir kaç kez uzaktan kulak misafiri modunda duymuştum. Ancak tam olarak prosedür nasıl işliyor? Hangi mesafelerde yarışılıyor? Hiç bir fikrim yoktu. Önceki yazılarımda da söz ettiğim gibi; günümüzde bilgiye ulaşmak çok kolay. Bilgisayarımın arama motoruna triathlon yazıp enter tuşuna bastım. Anında milyonlarca sonuç.
Türkiye TriatlonFederasyonu’nun web sayfasını tıkladım. Federasyonun Logosu bilboarddaki logo ile aynıydı. Demekki bu yarışmayı TTF düzenliyormuş. Harika bir ipucu buldum işte!

 Daha sonra sık sık bu web sayfasını ziyaret ettim. Triatlon ile ilgili başka web sayfalarını da inceledim. Yarış prosedürünü, mesafelerini öğrendim. Ama kendimi öyle 750metre/ 1500 metre yüzecek, 20 km / 40 km bisiklete binecek ve 5 km/ 10 km koşacak kadar da sportif hissetmiyordum. Adım adım gitmek bana daha akıllıca göründü. Federasyonun web sayfasını sürekli kontrol ederek yarış takviminin yayınlanmasını bekledim.İşe yine bisikletle gidip geliyordum. Koşuya ya da yüzmeye başlayamadım. Tarih belli olsun hazırlanırım diye düşünüyordum. Sonuçta 800 metreyi her türlü koşar, 100 metre de yüzebilirim, bisiklete gelince elimdeki bisikletle 5 km gitmek beni yormaz. Ancak triathlon ile ilgili daha fazla bilgi edindikçe anladım ki, benim bisikletim tamamen yetersiz kalmakta, bana gerçek bir yol bisikleti gerekmekteydi.Yol bisikletleri diğerlerinden daha pahalı ve kullanım açısından seçilen modele göre çok fazla detaylar içeriyordu. Her kullanan kişinin anatomisine özel ayrıntılar mevcuttu. Bu aşamada yeni bir yol bisikleti almak, bana pek akıllıca görünmedi.

 Neyse ki yarış takvimi açıklandı ve Antalya ‘da 13-14 Mayıs tarihlerinde Halk Aquatlonu yapılacağı belli oldu. Aquatlon Yüzme ve koşudan oluştuğuna göre bisiklet için acele etmeme gerek de yoktu. İyi o zaman dedim, yüzerim ve koşarım.

 Şubat ortalarındahafif koşu antrenmalarına başladım. Bilinçaltıma yerleşmiş bir uyarıyla bilbordları da sık sık kontrol etmeye başladım. Bir de ne göreyim 5 Mart’ta Runatolia varmış.  Koşu mesafelerine baktım.  10 km, Yarı Maraton. Maraton. Bu yıl imkansız dedim kendi kendime daha 2- 3 kilometre koşunca pilim bitiyor.  Ama bir gün önce halk koşusu var o 4 km . Bak buna katılabilirim. Katıldım da. Aslanlar gibi 4 km koştum. Katılım da bayağı yüksekti en beşyüz kişi vardı, belki de daha fazla. Bir bitirme sertifikası aldım. Ama ne kaçıncı olduğum, ne nekadar sürede koştuğum hakkında ne benim ne de organizasyonun haberi vardı. Sonuçta halk koşusuydu ve ölçüm yapılmamıştı. Sıralama ve derece olmayınca biraz hayal kırıklığına uğradım. Runatolia da ölçüm yapılıyordu. Gelecek yıl Runatolia da 10 km koşmak için hazırlanmaya ve o yarışa katılmaya kendi kendime söz verdim. Gerçekten de 2018 yılında ve sonraki yıllarda Runatolia da koştum. Bunları başka bir yazıda anlatırım.

 Ben bisiklete devam ettiğim gibi hafta da bir iki gün hafta sonları koştum. Böylece Mayıs ayına ulaştım. Heyecanım günden güne artıyordu.  Bir aksilik yaşamamak için Federasyona telefon ettim. İşleyişi öğrendim. Ama sık sık farklı bir aksiliğe kafam takılıyor yine telefon edip soruyordum. Federasyon çalışanları gerçekten sabırlı insanlar, her sorumu cevapladılar. Şimdi dönüp geriye bakınca ne kadar gereksiz panik yaptığımı anlıyorum. Ama bir yıl bekleyip de herhangi bir aksilik sonucu yarışa katılamamak istemiyordum.

 Yarış günü geldi çattı. 100 metre yüzme ve 1250 metre koşu. Vakıtlice gidip kaydımı yaptırdım. Yarış öncesi ısınma mı da yaptım. Acaba kaç kişi katılacak diye merak ediyordum. Kaç kişi vardı biliyor musunuz? Sadece 10 kişi. Yanlış okumadınız 10. Koskoca Antalya’dan yazıyla on kişi katıldı o yarışa. Herneyse yüzdüm, yüzerken yanımdaki birini geçmek için nefes almadan birkaç kulaç fazla atınca, nabzım yükseldi bir miktar, ama denizden çıkıp ayakkabılarımı giyerken nabzımı düzene soktum tekrar. 1250 metreyi de koştum. Biraz zorlandım, ama bitirdim. Hatta bugüne kadar hayatımın kürsüye çıkarak aldığım ilk ve son madalyasıydı. İkinci olmuştum.  Sonrasında katıldığım yarışların hepsini bitirdim ve bitirme madalyası aldım ama kürsüye hiç çıkamadım. Çok da önemli değil, çünkü o gün zorlanarak yüzdüğüm, koştuğum mesafeler şimdi benim için antrenman bile değil.

 Madalya töreni sabah yapılan gerçek aquatlon yarışının derece yapanlarına ödüllerinin verilmesiyle başladı. Her yaştan triatletler sabah yarışmışlar benim yaptığım mesafelerin en az beş on katını yapmışlar, Cıvıl cıvıl neşeli insanlar. Kendime bir söz daha verdim. Gelecek yıl gerçek triatlona katılacaktım. Sözümü de tuttum. Bir sonraki yazıda anlatacağım. 


 

15 Şubat 2021 Pazartesi

İLK BİSİKLETİM


İLK BİSİKLETİMİ NASIL ALDIM?

Triatlona nasıl başladım 2

 Sene iki bin on beş. Evimle işyerim arası üç buçuk dört kilometre. Evden çıkıp sekiz yüz metre yürüyüp otobüsle üç kilometreyi kat ederek işyerine ulaşıyorum. Kebap.

Ama değil, kebap değil. Ben biraz çenesini tutamayan bir tipim. O zamanlar otobüsler havuz usulü çalışmıyor. Her otobüs kendine. Doğal olarak yollarda ani frenler, hızlı kalkışlar, yarışlar gırla gidiyor. Ben de her gün ya şoförlerle ya kendini bilmez yolcularla tartışarak, sinir harbi içinde on dakikalık bir yol gidiyorum. Durum vahim sizin anlayacağınız. İstanbul’da otobüsü kullanarak işe, okula gidenleri düşünmek bile bana acı veriyor.

 İşte bu ortamda nereden ilham geldiğini gerçekten hatırlamıyorum, ama bir bisiklet almaya karar verdim. Belki de belediyenin yaptığı son derece kullanışsız (yayalarla birlikte kullanılan bir bisiklet yolu bugün düşününce tam bir kaos yani) olduğunu sonradan fark ettiğim bisiklet yollarını görünce böyle bir fikir aklıma gelmiştir.

 Hiç unutmayacağım 23 Nisan 2015. Resmî tatil olduğu için çalışmıyordum. Gittim ucuz bir 26 jant şehir bisikleti aldım. 377 liraya. 350 bisiklet 27 kilit lamba vs.7 taksit 55 liradan. Ben otobüse o zamanlar ayda 70 lira veriyorum. Kabaca beş buçuk ay işe bisikletle gitsem bedavadan bisiklet sahibi olacağım. Kazançlı iş dedim kendi kendime. Sevmezsem bisikleti para harcamış olmam beş ay dayanır bırakırım. Bugünden geriye bakıp düşününce bisiklet alarak elde ettiğim en önemsiz kazanç buymuş.

 Eve geldim. Çocuklar, eşim beğendiler bisikletimi. Ama kask… uups bir iki ay daha bineceğim bisiklete yani. Kapıdan çıkarken eşim uyardı, ucuz bir şey alma! Burada şimdi uzun uzun kask alma maceramı anlatmayayım, zaten pek ilginç bir olay da yaşanmadı. Çok profesyonel olmayan, ama herhangi bir olası düşme durumunda kafamı tehlikelerden koruyacak ortalama bir kask aldım.

 Çocukken mahallede amcamın oğullarının bisikletine düşe kalka bine bine öğrenmiştim sürmeyi. Yıllar sonra doksanlı yıllarda ateşli ateşli futbol topunun peşinden koştuğum dönemlerde, formumun zirvesindeydim. Kondisyonum fevkalade iyiydi, doksan dakika sahada basmadık yer bırakmazdım. İşte o dönemde bir kere dokuz kilometre olan ev ile işyerim arasını ödünç aldığım bisikletle gitmeyi denemiştim. Eve ulaşmıştım ulaşmasına da anam ağlamıştı. Dikkatinizi çekerim; doksanlı yılların başı. İnternet yok ya da daha henüz bize uğramamış. Bilgiye ulaşmak kolay değil. Ben kazma, bilgisiz, ama kondisyonu iyi, heyecanlı, macera arayan genç, dağ bisikletiyle dandik bir asfaltta, bisikletin vitesleri hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmadan ve merak dahi etmeden futbol performanslarıma güvenerek yola çıkmıştım. Tam bir cahil cesareti örneği. İşte o gün kendimi eve atıp tövbe bir daha bisiklete binmem deyip, kamyonetle bisikleti geri götürüşümü unutmadım.

 Bu nedenle 2015 yılında bisikleti satın almadan, bisiklete binmeden önce internette bir ön araştırma yaptım. Sele yüksekliği, viteslerin nasıl, nerede, ne amaçla kullanıldığı ve nasıl bir kaskın insanı koruyacağını kabaca öğrendim. Daha ilk gün işe giderken anladım ki, bisiklet maceram beş ay falan sürmeyecek. Artık işe severek, eğlenerek gittiğim, aynı şekilde eve döndüğüm nefis bir hayat tarzım olacak. İşyerimdeki arkadaşlarım takdir ettiler bisikletle işe gelmemi. Dikkatli olmam konusunda haklı olarak uyardılar. Ben mutlu mesut işe gidip gelmeye, her fırsatta daha iyi bisikletleri araştırmaya başladım.

 Her sabah neşeyle uyanıyorum, kahvaltımı yapıp bisikletimle on on iki dakikada işyerime ulaşıyorum. Harika bir duygu. Otobüste tartışma yok, sinir krizi geçirme yok. Üstüne bütün gün oturarak bilgisayar başında çalışmanın oluşturduğu hamlıktan sıyrılıyorum. Daha ne ister insan bu şartlarda? Yine lafı uzattım triatlona nasıl başladığıma sıra gelmedi. Söz sonraki yazımda direkt oradan başlayacağım.

26 Ocak 2021 Salı

Triatlon’a Nasıl Başladım -1

 

Sondan başa gidelim bisiklet kazası

Günlerden 7 Ağustos 2019. Sabah bisikletimle ise gidiyorum. On beş kilometrelik bir mesafe. Haftada en az üç dört gün ise gidiş geliş aracım bisiklet. Önce Konyaaltı Sahilindeki bisiklet yoluna iniyorum.

Yol Türkiye standartlarına göre iyi. Sadece bisikletliler için ve maviye boyanmış. Huzur veriyor insana, ama rehavete kapılmamak lazım. Denize giden herkes bisiklet yolundan geçmek zorunda. Yayalar yeterince dikkatli değil. Herhangi bir yerden önünüze atlayabilirler. Yani yol harika ama, yolun geçtiği yer çok öyle düşünülmeden paldır küldür belirlenmiş. Ülkemizin karmaşık, plansız, göç yolda düzelir felsefesine uygun.

 Sabahın erken saatlerinde kıpırtısız, dingin denizin üstüne serpilen doğan güneşin turuncu tonları. Hem bisiklet süreyim, hem denizi seyredeyim diyemezsin ama. Gözünü dört açıp sağdan soldan bisiklet yoluna çıkabileceklere dikkat kesilmen lazım.  İlla seyredeceksen güneşin doğuşunu, çek bisikletini kenara- Seyret, istersen fotoğraf çek, hatta yanına termos al, çayını kahveni iç. Ama konyaaltı sahilindeki bisiklet yolu dalgınlığı kaldırmaz. Her şeye rağmen Ağustos sıcağı sabahın serinliğinin önüne geçememiş. Keyifle sürüyorum. Beachpark’a yaklaşırken, her gün yaşadığım ikilem karşımda yine. Meşhur Konyaaltı Varyantından tırmanıp direkt müze önüne mi çıksam, yoksa önce kuzeye daha uzun ama daha az dik yokuşu tırmanarak sağa dönüp yüzüncü yıl istikametine giderken, müze yönüne mi sapsam? 7 Ağustos’da hangisine karar verdiğimi hatırlamıyorum. Çok da önem vermem zaten. Ayaklarımın varyantın dik yokuşunu tırmanacak kadar ısınmış ve güçlü olduğunu hissedersem oradan, aslında çoğunlukla diğer yoldan tırmanır, müzeye ulaşırım. Genelde müzenin önünde susarım. Usul usul suyumu içer , karşıdan gelen tatlı esintinin tadını çıkara çıkara Cumhuriyet Meydanı’na doğru sürerim. Bu saatte meydan da pek yaya olmaz, tek tük turist grupları, benim gibi ise gidip gelen bisikletliler… Dönercilar Çarşısının yanından yola devam ediyorum. Buralar da dikkat ister, park eden araçlar, tedarikçi kamyonları derken bir bakmışım Işıklar Caddesine gelmişim. Mesafeyi ve süreyi ölçmek için kullandığım uygulamadan baktığımda nedense en yüksek hıza hep burada ulaştığımı fark ettim. Aslında öyle aşağı doğru aşırı bir eğim yok. Hava akımından mıdır nedir bilmiyorum artık. Çok da bir şey ifade etmiyor benim için bu en yüksek hız. Alışkanlık olmuş büroya gelince hemen tüm yol istatistiklerime bakıyorum. Bir nevi sabah ki sürüsün artık bittiğini kabullenme ritüeli diyelim.

 Sampi kavşağına doğru  güzel bir tırmanış var, orayı çok seviyorum, yolun üçte ikisi bitmiş oluyor. O tırmanışta ayaklarımı nasıl hissettiğime göre form durumumu tahmin ediyorum.Ayrıca bu yokuşu seleden ayağa kalkmadan tırmanmak benim için iyi bir meydan okuma. Bundan sonrası biraz sıkıcı. Sabah trafiği yoğunlaşmış oluyor. Son dört kilometreye geldik. On on beş dakika içinde bu mutlu sürüş bitecek. Günün rutin, stresli işlerine başlayacağım. Belki de bundan sevmiyorum bu yolu. O günkü sabah sürüş zevkimin sonuna yaklaştığım için. Dikkatli olmam lazım, gerçi bugün trafik  aşırı yoğun değil.

 

Ofise yaklaşıyorum, her şey yolunda gidiyor, son bir buçuk kilometre kalmış, dik bir yokuş var İsmet Göksen caddesinde onu da tırmandım mı sonrası düzlük. Kafamda Eğirdir Triatlonu beliriyor. Olimpik mesafede yapılan bu yarışmayı tamaladım, am yaptığım dereceden hiç memnun değilim. 2 saat 54 dakika utanç verici, yaşıma göre bile kötü. Bir çok arkadaşım bitirmenin bile büyük başarı olduğunu söylüyorlar, kendilerine göre haklılar. Oysa ben bu yarış için uzun süredir hazırlanmıştım. En az 15-20 dakika daha iyi bir derece bekliyordum kendimden. Antrenmanlarımda kendime daha az müsamaha göstermeliyim, sert bir antrenör gibi olmalıyım. Ekimde Alanya Triatlonu var. Hafta sonu çok güzel bir hazırlık programı yaptım kendime. Sekiz haftalık sıkı bir plan. Bu plana istinaden bu akşam koşacağım. Yokuşu iyi tırmanmak için pedallere daha sıkı basıyorum, hızlanmışım. Kuvvet antrenmanları, koşular, yüzmeler, bisiklet derken bir anda kendimi yerde buldum. Üstümden bir bisiklet geçip o da devrildi. Duran bir araca çarpmışım. Dalgınlığın affı yok. Üstümden geçen bisikletli arkadaş geldi, neyse onda bir sakatlık yok. Ben sol kolumu karnıma doğru götüremiyorum. Yere oturdum, olayın şokunu atlatmaya çalışıyorum. Yolun karşısından bir hanımefendi geldi, geçmiş olsun dedi, biraz buz getirdi, omuzuma koydum.  Araca çarpınca sağ elim de biraz kanamış, Kargo bayiinden çalışanlar, elimi yüzümü yıkamam için bana yardım ettiler. Tekrar oturdum, biraz sakinleşmiştim. Şefime telefon ettim kaza yaptım, biraz gecikeceğim. Şefim geldi, beni hastaneye götürdü. Köprücük kemiğim kırılmış. Klasik bisiklet kazası sonuçlarından biri. Sonraları düşününce ucuz atlatmışım. Eyvah Alanya Triatlonu yattı. İlk aklıma gelen bu oldu, bir saat gecikeceğim derken tam 47 gün sonra işbaşı yapabildim. Eşimin, çocuklarımın endişeleri, onlara verdiğim sıkıntılar da beni çok üzdü. Kaskımın takılı olması beni daha kötü sonuçlardan korudu. Sonuç bisiklet dalgınlığı affetmiyor. Triatlon aşkım bitti mi? En iyisi ben size triatlona nasıl başladığımı bir sonraki yazıda anlatayım.