Sondan başa gidelim bisiklet kazası
Günlerden 7 Ağustos 2019. Sabah bisikletimle ise gidiyorum. On beş kilometrelik bir mesafe. Haftada en az üç dört gün ise gidiş geliş aracım bisiklet. Önce Konyaaltı Sahilindeki bisiklet yoluna iniyorum.Yol Türkiye standartlarına göre iyi. Sadece bisikletliler için ve maviye boyanmış. Huzur veriyor insana, ama rehavete kapılmamak lazım. Denize giden herkes bisiklet yolundan geçmek zorunda. Yayalar yeterince dikkatli değil. Herhangi bir yerden önünüze atlayabilirler. Yani yol harika ama, yolun geçtiği yer çok öyle düşünülmeden paldır küldür belirlenmiş. Ülkemizin karmaşık, plansız, göç yolda düzelir felsefesine uygun.
Sabahın erken saatlerinde kıpırtısız, dingin denizin üstüne serpilen doğan güneşin turuncu tonları. Hem bisiklet süreyim, hem denizi seyredeyim diyemezsin ama. Gözünü dört açıp sağdan soldan bisiklet yoluna çıkabileceklere dikkat kesilmen lazım. İlla seyredeceksen güneşin doğuşunu, çek bisikletini kenara- Seyret, istersen fotoğraf çek, hatta yanına termos al, çayını kahveni iç. Ama konyaaltı sahilindeki bisiklet yolu dalgınlığı kaldırmaz. Her şeye rağmen Ağustos sıcağı sabahın serinliğinin önüne geçememiş. Keyifle sürüyorum. Beachpark’a yaklaşırken, her gün yaşadığım ikilem karşımda yine. Meşhur Konyaaltı Varyantından tırmanıp direkt müze önüne mi çıksam, yoksa önce kuzeye daha uzun ama daha az dik yokuşu tırmanarak sağa dönüp yüzüncü yıl istikametine giderken, müze yönüne mi sapsam? 7 Ağustos’da hangisine karar verdiğimi hatırlamıyorum. Çok da önem vermem zaten. Ayaklarımın varyantın dik yokuşunu tırmanacak kadar ısınmış ve güçlü olduğunu hissedersem oradan, aslında çoğunlukla diğer yoldan tırmanır, müzeye ulaşırım. Genelde müzenin önünde susarım. Usul usul suyumu içer , karşıdan gelen tatlı esintinin tadını çıkara çıkara Cumhuriyet Meydanı’na doğru sürerim. Bu saatte meydan da pek yaya olmaz, tek tük turist grupları, benim gibi ise gidip gelen bisikletliler… Dönercilar Çarşısının yanından yola devam ediyorum. Buralar da dikkat ister, park eden araçlar, tedarikçi kamyonları derken bir bakmışım Işıklar Caddesine gelmişim. Mesafeyi ve süreyi ölçmek için kullandığım uygulamadan baktığımda nedense en yüksek hıza hep burada ulaştığımı fark ettim. Aslında öyle aşağı doğru aşırı bir eğim yok. Hava akımından mıdır nedir bilmiyorum artık. Çok da bir şey ifade etmiyor benim için bu en yüksek hız. Alışkanlık olmuş büroya gelince hemen tüm yol istatistiklerime bakıyorum. Bir nevi sabah ki sürüsün artık bittiğini kabullenme ritüeli diyelim.
Sampi kavşağına doğru güzel bir tırmanış var, orayı çok seviyorum, yolun üçte ikisi bitmiş oluyor. O tırmanışta ayaklarımı nasıl hissettiğime göre form durumumu tahmin ediyorum.Ayrıca bu yokuşu seleden ayağa kalkmadan tırmanmak benim için iyi bir meydan okuma. Bundan sonrası biraz sıkıcı. Sabah trafiği yoğunlaşmış oluyor. Son dört kilometreye geldik. On on beş dakika içinde bu mutlu sürüş bitecek. Günün rutin, stresli işlerine başlayacağım. Belki de bundan sevmiyorum bu yolu. O günkü sabah sürüş zevkimin sonuna yaklaştığım için. Dikkatli olmam lazım, gerçi bugün trafik aşırı yoğun değil.
Ofise yaklaşıyorum, her şey yolunda gidiyor, son bir buçuk kilometre kalmış, dik bir yokuş var İsmet Göksen caddesinde onu da tırmandım mı sonrası düzlük. Kafamda Eğirdir Triatlonu beliriyor. Olimpik mesafede yapılan bu yarışmayı tamaladım, am yaptığım dereceden hiç memnun değilim. 2 saat 54 dakika utanç verici, yaşıma göre bile kötü. Bir çok arkadaşım bitirmenin bile büyük başarı olduğunu söylüyorlar, kendilerine göre haklılar. Oysa ben bu yarış için uzun süredir hazırlanmıştım. En az 15-20 dakika daha iyi bir derece bekliyordum kendimden. Antrenmanlarımda kendime daha az müsamaha göstermeliyim, sert bir antrenör gibi olmalıyım. Ekimde Alanya Triatlonu var. Hafta sonu çok güzel bir hazırlık programı yaptım kendime. Sekiz haftalık sıkı bir plan. Bu plana istinaden bu akşam koşacağım. Yokuşu iyi tırmanmak için pedallere daha sıkı basıyorum, hızlanmışım. Kuvvet antrenmanları, koşular, yüzmeler, bisiklet derken bir anda kendimi yerde buldum. Üstümden bir bisiklet geçip o da devrildi. Duran bir araca çarpmışım. Dalgınlığın affı yok. Üstümden geçen bisikletli arkadaş geldi, neyse onda bir sakatlık yok. Ben sol kolumu karnıma doğru götüremiyorum. Yere oturdum, olayın şokunu atlatmaya çalışıyorum. Yolun karşısından bir hanımefendi geldi, geçmiş olsun dedi, biraz buz getirdi, omuzuma koydum. Araca çarpınca sağ elim de biraz kanamış, Kargo bayiinden çalışanlar, elimi yüzümü yıkamam için bana yardım ettiler. Tekrar oturdum, biraz sakinleşmiştim. Şefime telefon ettim kaza yaptım, biraz gecikeceğim. Şefim geldi, beni hastaneye götürdü. Köprücük kemiğim kırılmış. Klasik bisiklet kazası sonuçlarından biri. Sonraları düşününce ucuz atlatmışım. Eyvah Alanya Triatlonu yattı. İlk aklıma gelen bu oldu, bir saat gecikeceğim derken tam 47 gün sonra işbaşı yapabildim. Eşimin, çocuklarımın endişeleri, onlara verdiğim sıkıntılar da beni çok üzdü. Kaskımın takılı olması beni daha kötü sonuçlardan korudu. Sonuç bisiklet dalgınlığı affetmiyor. Triatlon aşkım bitti mi? En iyisi ben size triatlona nasıl başladığımı bir sonraki yazıda anlatayım.