İLK BİSİKLETİMİ NASIL ALDIM?
Triatlona nasıl başladım 2
Sene iki bin on
beş. Evimle işyerim arası üç buçuk dört kilometre. Evden çıkıp sekiz yüz metre
yürüyüp otobüsle üç kilometreyi kat ederek işyerine ulaşıyorum. Kebap.
Ama değil, kebap değil. Ben biraz çenesini tutamayan
bir tipim. O zamanlar otobüsler havuz usulü çalışmıyor. Her otobüs kendine.
Doğal olarak yollarda ani frenler, hızlı kalkışlar, yarışlar gırla gidiyor. Ben
de her gün ya şoförlerle ya kendini bilmez yolcularla tartışarak, sinir harbi
içinde on dakikalık bir yol gidiyorum. Durum vahim sizin anlayacağınız.
İstanbul’da otobüsü kullanarak işe, okula gidenleri düşünmek bile bana acı
veriyor.
İşte bu ortamda
nereden ilham geldiğini gerçekten hatırlamıyorum, ama bir bisiklet almaya karar
verdim. Belki de belediyenin yaptığı son derece kullanışsız (yayalarla birlikte
kullanılan bir bisiklet yolu bugün düşününce tam bir kaos yani) olduğunu
sonradan fark ettiğim bisiklet yollarını görünce böyle bir fikir aklıma
gelmiştir.
Hiç
unutmayacağım 23 Nisan 2015. Resmî tatil olduğu için çalışmıyordum. Gittim ucuz
bir 26 jant şehir bisikleti aldım. 377 liraya. 350 bisiklet 27 kilit lamba vs.7
taksit 55 liradan. Ben otobüse o zamanlar ayda 70 lira veriyorum. Kabaca beş
buçuk ay işe bisikletle gitsem bedavadan bisiklet sahibi olacağım. Kazançlı iş
dedim kendi kendime. Sevmezsem bisikleti para harcamış olmam beş ay dayanır
bırakırım. Bugünden geriye bakıp düşününce bisiklet alarak elde ettiğim en
önemsiz kazanç buymuş.
Eve geldim.
Çocuklar, eşim beğendiler bisikletimi. Ama kask… uups bir iki ay daha bineceğim
bisiklete yani. Kapıdan çıkarken eşim uyardı, ucuz bir şey alma! Burada şimdi
uzun uzun kask alma maceramı anlatmayayım, zaten pek ilginç bir olay da
yaşanmadı. Çok profesyonel olmayan, ama herhangi bir olası düşme durumunda
kafamı tehlikelerden koruyacak ortalama bir kask aldım.
Çocukken
mahallede amcamın oğullarının bisikletine düşe kalka bine bine öğrenmiştim
sürmeyi. Yıllar sonra doksanlı yıllarda ateşli ateşli futbol topunun peşinden
koştuğum dönemlerde, formumun zirvesindeydim. Kondisyonum fevkalade iyiydi,
doksan dakika sahada basmadık yer bırakmazdım. İşte o dönemde bir kere dokuz
kilometre olan ev ile işyerim arasını ödünç aldığım bisikletle gitmeyi
denemiştim. Eve ulaşmıştım ulaşmasına da anam ağlamıştı. Dikkatinizi çekerim;
doksanlı yılların başı. İnternet yok ya da daha henüz bize uğramamış. Bilgiye
ulaşmak kolay değil. Ben kazma, bilgisiz, ama kondisyonu iyi, heyecanlı, macera
arayan genç, dağ bisikletiyle dandik bir asfaltta, bisikletin vitesleri
hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmadan ve merak dahi etmeden futbol
performanslarıma güvenerek yola çıkmıştım. Tam bir cahil cesareti örneği. İşte
o gün kendimi eve atıp tövbe bir daha bisiklete binmem deyip, kamyonetle
bisikleti geri götürüşümü unutmadım.
Bu nedenle 2015
yılında bisikleti satın almadan, bisiklete binmeden önce internette bir ön
araştırma yaptım. Sele yüksekliği, viteslerin nasıl, nerede, ne amaçla
kullanıldığı ve nasıl bir kaskın insanı koruyacağını kabaca öğrendim. Daha ilk
gün işe giderken anladım ki, bisiklet maceram beş ay falan sürmeyecek. Artık
işe severek, eğlenerek gittiğim, aynı şekilde eve döndüğüm nefis bir hayat
tarzım olacak. İşyerimdeki arkadaşlarım takdir ettiler bisikletle işe gelmemi.
Dikkatli olmam konusunda haklı olarak uyardılar. Ben mutlu mesut işe gidip
gelmeye, her fırsatta daha iyi bisikletleri araştırmaya başladım.
Her sabah
neşeyle uyanıyorum, kahvaltımı yapıp bisikletimle on on iki dakikada işyerime
ulaşıyorum. Harika bir duygu. Otobüste tartışma yok, sinir krizi geçirme yok.
Üstüne bütün gün oturarak bilgisayar başında çalışmanın oluşturduğu hamlıktan
sıyrılıyorum. Daha ne ister insan bu şartlarda? Yine lafı uzattım triatlona
nasıl başladığıma sıra gelmedi. Söz sonraki yazımda direkt oradan başlayacağım.