M.M: Gerçek olaylar
üzerine kurulmuş olan Orkestra Şefi (The
Conductor) romanınızın ana karakteri Eliasberg gerçek hayatta çok
tanınan birisi değil. Onu ilk defa nasıl keşfettiniz?
S.Q: 2001 yılına dönersek; Ed Vuliamy’nin The Observer
Magazin’de Şostakoviç’in 7. Senfonisinin Leningrad’da 1942 yılındaki tarihi bir
performansının öyküsünü anlatan yazısını okudum. Orada şehir kuşatma
altındayken orkestrayı yöneten Karl Eliasberg’in bir fotoğrafı vardı. Ufak
tefek, yalnız ve yorgun olmasına rağmen aynı zamanda yenilmez bir etki
bırakıyordu görüntüsü. Bir deri bir kemik kalmış orkestra şefi, Şostakoviç’in bu muhteşem senfonisini yöneten ve kuşatma
altındaki Leningrad halkının moralini yükselten gerçek bir kahramanlık timsaliydi.
Onun bu cesaretinin ve azminin öyküsü kafama takıldı ve onu büyük bir roman
kahramanı olarak düşünmeye başladım.
M.M: Bir yerlerde
sizin Orkestra Şefi romanınızı yazmanızın on yıl sürdüğünü okudum. Bu trajik
kuşatma hakkında mutlaka birçok araştırma yapmışsınızdır. Daniel Granin ve Ales
Adomoviç bu kuşatmanın birçok kurbanıyla görüşmüşler, fakat duydukları gerçek
öykülerden o kadar etkilenmişler ki, her iki yazar da birçok psikolojik
sorunlar yaşamışlar. Siz de
araştırmalarınız sırasında bu tür sorunlar yaşadınız mı?
S.Q: Aslında tam olarak on yıl olduğu söylenemez. Rakam
olarak evet, ancak çok yavaş bir süreçti. Rusya tarihi, Rus kültürü ve aynı
zamanda İkinci Dünya Savaşı hakkında birçok şey öğrenmek zorundaydım. Müzik her
zaman hayatımın önemli bir parçası olmuştur.-Piyano ve Çello çalıyorum.- Fakat
bir zamanlar bildiklerimin birçoğunu yeniden öğrenmeliydim ve ayrıca roman için
Şostakoviç ve Eliasberg’e benzer kişiler yaratmalıydım. Bu ikisi gerçek
kişilerdi, ama diğerlerinin tamamı kurmacadır. Bu durum kademe kademe ilerleyen
bir süreç oluşturuyordu: Araştırma, yazma, araştırma, yazma…
Hayatta kalanların
öyküleri gerçekten endişe vericiydi ve bu benim Berlin’deki (şu anda yaşadığım
yer) savaşın izlerine farkındalığımı arttırdı. Ayrıca bu kitabı yazmak, benim
sanat ve müziğin önemine olan inancımı kuvvetlendirdi. Karanlık zamanlarda
insanları ayakta tutan en büyük teselli müzik, sanat ve edebiyattır. İşte bu
nedenle Leningrad Senfonisi performansı Yirminci Yüz Yıl Rusya tarihinde
böylesine önemli bir sembol olmuştur.
M.M: Siz Yeni
Zelandalısınız ve Almanya’da yaşıyorsunuz. Orkestra Şefi romanınızda Rus
karakterleri, diyalogları, betimlemeleri çok başarılı olarak kurgulamışsınız,
tebrik ederim. Bunu nasıl başardınız? Uzun yıllar Rusya’da mı kaldınız? Ya da
Rus Edebiyatını çok mu seviyorsunuz?
S.Q: İlginç ama, Rusya’ya hiç gitmedim. Ancak Berlin’e 2000
yılında taşındığımda; geçen zamanın savaşın izlerini silemediğini fark ettim.
Yaşadığım Doğu Berlin’de binalarda mermi delikleri ve caddelerde sığınaklar
görülebiliyor. Tüm bunlar bana savaşı daha iyi anlamayı öğretti. Ayrıca savaş
zamanı Rusya’sı ile ilgili birçok şey okudum. Yoksunluk, bombardımanlar, top
ateşleri – ve böyle bir kargaşa ve tehlikenin içinde yaşamak zorunda olmanın
nasıl bir şey olacağını gözümde canlandırmayı denedim. Okuduğum bazı Rus
yazarları-Çehov, Tolstoy, Dostoyevski- benim Rus mantalitesini ve konuşma
tarzlarını kavramama yardımcı oldu. Aslında öncelikle ırk ayırımı yapmadan,
olabildiğince gerçek ve karmaşık, herhangi bir insanoğlu gibi ana karakterleri
yaratmıştım. “Orkestra Şefi” tipik bir Rus öyküsü gibi görülebilmesine rağmen
direnç, kararlılık ve sanat tutkusunu tıpkı herhangi birinin müziği ve sanatı
sevmesi, aşık olması ya da zor günler geçirmesi gibi evrensel bir olgu olarak
düşünüyorum.
M.M: Şu anda bütün
dünyada şiddet ve düşmanlık hüküm sürüyor. Dünyanın geleceği hakkında neler
düşünüyorsunuz?
S.Q: Özellikle Avrupa
büyük toplulukların yurtlarından ayrılması, önemli göçmen sorunları ve gittikçe
büyüyen uluslar arası terörizm tehlikesi nedeniyle çok üzücü günler yaşıyor.
Tüm bunlar nereye kadar gidecek, devasa sorunlar nasıl çözülecek bilen biri var
mı? Bilmiyorum. Belki de geçmişe bir ışık tutsak ve aksine. Ayrışma, radikal
ırkçılık ve duvarların örülmesi – gerçek ya da mecazi anlamda – geçmişte hiçbir
zaman barış ve istikrar sağlamadı, sadece savaşlara yol açtı. Böylece belki
ihtiyacımız olan şey aklımızı başımıza alıp: gönlümüzü ve düşüncelerimizi açık
tutmaya çalışarak, ötekileştirmekten kaçınmalıyız ve başka insanların
varoluşunun bir şekilde kendi varoluşumuzla birleşmiş olduğunu görmeliyiz.
Your novel "The
Conductor" is based a true story. Eliasberg is not such a famous
personality. How did you first discover him?
SQ: Back in 2001, I read
an article by Ed Vulliamy in the Observer Magazine which told the story about
the historic performance of Shostakovich’s 7th Symphony in Leningrad, in 1942.
It included a photograph of Karl Eliasberg, the conductor of the orchestra,
when the city was under siege. He looked so small, lonely and tired – but also
in a way invincible! In fact he became a heroic figure, as he inspired his
starving, emaciated musicians to perform Shostakovich’s huge symphony and thus
raise the morale of the Leningrad citizens. The story of his courage and
determination stuck in my mind, and I began to think he would make a great character
for a novel.
I read somewhere that it
took you 10 years to write "The Conductor". I think you had to do a
lot of research about the tragic blockade of Leningrad. Daniel Granin and Ales
Adomovich spoke with many victims of the Leningrad blockade. But the stories of
the victims were so bitter and they have suffered deep psychological issues.
Did you suffer some problems during your research?
SQ: It didn’t take quite
as long as 10 years! But it did take a number of years, and it was a very slow
process. I had to learn a lot about Russian history, Russian culture, and also
about the Second World War. Music has always been an important part of my life
– I used to play the cello and the piano – but I had to relearn a lot of what
I’d once known. And then I had to create the characters for the novel: some,
like Shostakovich and Eliasberg, were based on real people, but others were
completely fictional. So it became a sort of gradual ‘weaving process’:
researching, writing, researching, writing…
I did find the stories of
survivors very distressing, and they heightened my awareness of how Berlin
(where I live) has also been scarred by the war. But writing the book also
reinforced my belief in the importance of art and music. Music, art and
literature can be great solaces, and they can sustain people through the
darkest of times. I think this is one of the reasons why the performance of the
Leningrad Symphony has become such an important symbol in 20th-century Russian
history. The music gave them strength, and helped them keep faith throughout a
very dark time in their history.
You are from New Zealand
and you are living in Germany. The dialogues and descriptions of Russia are
very successfully created in your novel "The Conductor".
Congratulations! How did you achieve this? Were you in Russia for a long time
or do you like Russian literature?
SQ: Funnily enough, I’ve
never been to Russia! But when I first moved to Berlin (in 2000), I noticed so
many traces of the war that hadn’t been erased by time. In East Berlin, where I
live, there are still bullet holes in buildings, and bunkers in the streets.
This made the war seem very much closer in time. I also read a lot about
wartime Russia – the deprivation, the shelling and bombing – and I tried to
imagine what it must have been like living in such chaos and danger.
I’ve read some Russian
literature – Chekhov, Tolstoy, Dostoevsky – which may have helped to grasp the
Russian spirit and ways of speaking. But essentially, once I’d created the main
characters, they came to seem very real and complex – just like any human
being, regardless of nationality. Although in one way “The Conductor” can be
seen as a very Russian story – the resilience, the determination, and the
passion for art – it’s also a universal one. I think it has relevance to anyone
who loves music or art, or has loved another person, or has been through times
of hardship.
Everywhere around the
world now, hostility and violence are prevailing. What do you think about
future of the world?
SQ: These are very
troubled times, especially for Europe, with the huge problems of mass
displacement of populations and migrants, as well as the growing international
threat of terrorism. I don’t know if any of us knows where it will lead, or how
to solve these enormous problems. Perhaps what it does is throw a reflective
light on the past, and vice versa. Separation, strident nationalism, and the
building of walls – literal or otherwise – has never brought peace or stability
in the past; it’s only ever led to war. So perhaps that’s what we need to keep
in mind: to try to keep open hearts and minds, and not think in terms of
‘Other’ but see every other human being as being linked in some way to
ourselves.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder