22 Mayıs 2016 Pazar

Sarah Quigley ile Söyleşi

Türkiye'de Kırmızı Kedi Yayınlarından yayınlanan Orkestra Şefi romanının yazarı Sarah Quigley ile romanı üzerine yazılı bir söyleşi yaptım. Söyleşinin önce Türkçe çevirisi sonrada İngilizce'si aşağıdadır.

M.M: Gerçek olaylar üzerine kurulmuş olan Orkestra Şefi (The  Conductor) romanınızın ana karakteri Eliasberg gerçek hayatta çok tanınan birisi değil. Onu ilk defa nasıl keşfettiniz?
S.Q: 2001 yılına dönersek; Ed Vuliamy’nin The Observer Magazin’de Şostakoviç’in 7. Senfonisinin Leningrad’da 1942 yılındaki tarihi bir performansının öyküsünü anlatan yazısını okudum. Orada şehir kuşatma altındayken orkestrayı yöneten Karl Eliasberg’in bir fotoğrafı vardı. Ufak tefek, yalnız ve yorgun olmasına rağmen aynı zamanda yenilmez bir etki bırakıyordu görüntüsü. Bir deri bir kemik kalmış orkestra şefi, Şostakoviç’in  bu muhteşem senfonisini yöneten ve kuşatma altındaki Leningrad halkının moralini yükselten gerçek bir kahramanlık timsaliydi. Onun bu cesaretinin ve azminin öyküsü kafama takıldı ve onu büyük bir roman kahramanı olarak düşünmeye başladım.
M.M: Bir yerlerde sizin Orkestra Şefi romanınızı yazmanızın on yıl sürdüğünü okudum. Bu trajik kuşatma hakkında mutlaka birçok araştırma yapmışsınızdır. Daniel Granin ve Ales Adomoviç bu kuşatmanın birçok kurbanıyla görüşmüşler, fakat duydukları gerçek öykülerden o kadar etkilenmişler ki, her iki yazar da birçok psikolojik sorunlar yaşamışlar.  Siz de araştırmalarınız sırasında bu tür sorunlar yaşadınız mı?
S.Q: Aslında tam olarak on yıl olduğu söylenemez. Rakam olarak evet, ancak çok yavaş bir süreçti. Rusya tarihi, Rus kültürü ve aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı hakkında birçok şey öğrenmek zorundaydım. Müzik her zaman hayatımın önemli bir parçası olmuştur.-Piyano ve Çello çalıyorum.- Fakat bir zamanlar bildiklerimin birçoğunu yeniden öğrenmeliydim ve ayrıca roman için Şostakoviç ve Eliasberg’e benzer kişiler yaratmalıydım. Bu ikisi gerçek kişilerdi, ama diğerlerinin tamamı kurmacadır. Bu durum kademe kademe ilerleyen bir süreç oluşturuyordu: Araştırma, yazma, araştırma, yazma…
 Hayatta kalanların öyküleri gerçekten endişe vericiydi ve bu benim Berlin’deki (şu anda yaşadığım yer) savaşın izlerine farkındalığımı arttırdı. Ayrıca bu kitabı yazmak, benim sanat ve müziğin önemine olan inancımı kuvvetlendirdi. Karanlık zamanlarda insanları ayakta tutan en büyük teselli müzik, sanat ve edebiyattır. İşte bu nedenle Leningrad Senfonisi performansı Yirminci Yüz Yıl Rusya tarihinde böylesine önemli bir sembol olmuştur.
M.M: Siz Yeni Zelandalısınız ve Almanya’da yaşıyorsunuz. Orkestra Şefi romanınızda Rus karakterleri, diyalogları, betimlemeleri çok başarılı olarak kurgulamışsınız, tebrik ederim. Bunu nasıl başardınız? Uzun yıllar Rusya’da mı kaldınız? Ya da Rus Edebiyatını çok mu seviyorsunuz?
S.Q: İlginç ama, Rusya’ya hiç gitmedim. Ancak Berlin’e 2000 yılında taşındığımda; geçen zamanın savaşın izlerini silemediğini fark ettim. Yaşadığım Doğu Berlin’de binalarda mermi delikleri ve caddelerde sığınaklar görülebiliyor. Tüm bunlar bana savaşı daha iyi anlamayı öğretti. Ayrıca savaş zamanı Rusya’sı ile ilgili birçok şey okudum. Yoksunluk, bombardımanlar, top ateşleri – ve böyle bir kargaşa ve tehlikenin içinde yaşamak zorunda olmanın nasıl bir şey olacağını gözümde canlandırmayı denedim. Okuduğum bazı Rus yazarları-Çehov, Tolstoy, Dostoyevski- benim Rus mantalitesini ve konuşma tarzlarını kavramama yardımcı oldu. Aslında öncelikle ırk ayırımı yapmadan, olabildiğince gerçek ve karmaşık, herhangi bir insanoğlu gibi ana karakterleri yaratmıştım.  “Orkestra Şefi” tipik bir Rus öyküsü gibi görülebilmesine rağmen direnç, kararlılık ve sanat tutkusunu tıpkı herhangi birinin müziği ve sanatı sevmesi, aşık olması ya da zor günler geçirmesi gibi evrensel bir olgu olarak düşünüyorum.
M.M: Şu anda bütün dünyada şiddet ve düşmanlık hüküm sürüyor. Dünyanın geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?
S.Q:  Özellikle Avrupa büyük toplulukların yurtlarından ayrılması, önemli göçmen sorunları ve gittikçe büyüyen uluslar arası terörizm tehlikesi nedeniyle çok üzücü günler yaşıyor. Tüm bunlar nereye kadar gidecek, devasa sorunlar nasıl çözülecek bilen biri var mı? Bilmiyorum. Belki de geçmişe bir ışık tutsak ve aksine. Ayrışma, radikal ırkçılık ve duvarların örülmesi – gerçek ya da mecazi anlamda – geçmişte hiçbir zaman barış ve istikrar sağlamadı, sadece savaşlara yol açtı. Böylece belki ihtiyacımız olan şey aklımızı başımıza alıp: gönlümüzü ve düşüncelerimizi açık tutmaya çalışarak, ötekileştirmekten kaçınmalıyız ve başka insanların varoluşunun bir şekilde kendi varoluşumuzla birleşmiş olduğunu görmeliyiz.

Your novel "The Conductor" is based a true story. Eliasberg is not such a famous personality. How did you first discover him? 
SQ: Back in 2001, I read an article by Ed Vulliamy in the Observer Magazine which told the story about the historic performance of Shostakovich’s 7th Symphony in Leningrad, in 1942. It included a photograph of Karl Eliasberg, the conductor of the orchestra, when the city was under siege. He looked so small, lonely and tired – but also in a way invincible! In fact he became a heroic figure, as he inspired his starving, emaciated musicians to perform Shostakovich’s huge symphony and thus raise the morale of the Leningrad citizens. The story of his courage and determination stuck in my mind, and I began to think he would make a great character for a novel. 
I read somewhere that it took you 10 years to write "The Conductor". I think you had to do a lot of research about the tragic blockade of Leningrad. Daniel Granin and Ales Adomovich spoke with many victims of the Leningrad blockade. But the stories of the victims were so bitter and they have suffered deep psychological issues. Did you suffer some problems during your research?
 SQ: It didn’t take quite as long as 10 years! But it did take a number of years, and it was a very slow process. I had to learn a lot about Russian history, Russian culture, and also about the Second World War. Music has always been an important part of my life – I used to play the cello and the piano – but I had to relearn a lot of what I’d once known. And then I had to create the characters for the novel: some, like Shostakovich and Eliasberg, were based on real people, but others were completely fictional. So it became a sort of gradual ‘weaving process’: researching, writing, researching, writing… 
I did find the stories of survivors very distressing, and they heightened my awareness of how Berlin (where I live) has also been scarred by the war. But writing the book also reinforced my belief in the importance of art and music. Music, art and literature can be great solaces, and they can sustain people through the darkest of times. I think this is one of the reasons why the performance of the Leningrad Symphony has become such an important symbol in 20th-century Russian history. The music gave them strength, and helped them keep faith throughout a very dark time in their history.  
You are from New Zealand and you are living in Germany. The dialogues and descriptions of Russia are very successfully created in your novel "The Conductor". Congratulations! How did you achieve this? Were you in Russia for a long time or do you like Russian literature?

SQ: Funnily enough, I’ve never been to Russia! But when I first moved to Berlin (in 2000), I noticed so many traces of the war that hadn’t been erased by time. In East Berlin, where I live, there are still bullet holes in buildings, and bunkers in the streets. This made the war seem very much closer in time. I also read a lot about wartime Russia – the deprivation, the shelling and bombing – and I tried to imagine what it must have been like living in such chaos and danger. 
I’ve read some Russian literature – Chekhov, Tolstoy, Dostoevsky – which may have helped to grasp the Russian spirit and ways of speaking. But essentially, once I’d created the main characters, they came to seem very real and complex – just like any human being, regardless of nationality. Although in one way “The Conductor” can be seen as a very Russian story – the resilience, the determination, and the passion for art – it’s also a universal one. I think it has relevance to anyone who loves music or art, or has loved another person, or has been through times of hardship.

Everywhere around the world now, hostility and violence are prevailing. What do you think about future of the world?
 SQ: These are very troubled times, especially for Europe, with the huge problems of mass displacement of populations and migrants, as well as the growing international threat of terrorism. I don’t know if any of us knows where it will lead, or how to solve these enormous problems. Perhaps what it does is throw a reflective light on the past, and vice versa. Separation, strident nationalism, and the building of walls – literal or otherwise – has never brought peace or stability in the past; it’s only ever led to war. So perhaps that’s what we need to keep in mind: to try to keep open hearts and minds, and not think in terms of ‘Other’ but see every other human being as being linked in some way to ourselves. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder