Her sayfasında tanıdığı birinin öldüğü tarihi ve saati yazar. Sekizinci sayfada “herkes öldü”, son sayfada ise “sadece Tanya kaldı” yazılıdır.
Böylesine büyük trajediden çok fazla edebi
eser çıkmamıştır. ( Yanılıyorsam bilgi vermenizi rica ederim.) Daniil Granin ve
Ales Adamoviç’in birlikte yaklaşık 200 kişinin hikâyelerini dinleyerek
oluşturdukları Blokadnaya kniga (Türkçeye
kuşatma Kitabı olarak çevrilebilir.) ve Jaap Ter Haar’ın Can Çocuk’tan
yayınlanan “Oleg Ya Da Kuşatma Altındaki Şehir” dışında bir şey bulamadım.
Bu konuda Sarah Quigley’in Orkestra Şefi*
romanı önemli bir açığı kapatıyor. Sarah Quigley Yeni Zelanda asıllı Berlin’de
yaşayan bir yazar. Berlin’de bir duvarda gördüğü savaştan kalan kurşun izleri
ona bu muhteşem yapıt için ilham vermiş. On yılda yazmış. Sadece işten artan
kalan zamanlarında yazabiliyormuş. Yazarken de romana konu olan Dimitri
Şostakoviç’in 7. Senfonisini dinliyormuş.
Roman Leningrad’da kuşatma öncesindeki durum,
birkaç müzisyen, sanat eleştirmeni, öğretim üyesi, Radyo Orkestrası şefi Karl Eliasberg,
Kemancı Nikolay besteci Şostakoviç’in günlük yaşantıları, ufak tefek
sıkıntıları, eğlenceleri, aşkları, dedikoduları eşliğinde verilir.
Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, pazarda
bulunamayan ürünler yaşanan küçük yoksunluklar anlatılır. Kuşatma başladıktan
sonra şehirdeki savaş hazırlıkları, kazılan siperler, gündelik hayattaki
değişim, 1941 yazı’nın anlatıldığı ikinci bölümün konusunu oluşturuyor. Bir de
Şostakoviç’in çocukluğunda yaşadığı sarsıcı bir olay yazılmış.
Üçüncü bölüm 1941 Sonbahar’ı bombardımanların
başlamasıyla savaşın acımasızlığı şehrin her yerinde hissedilmeye başlanıyor.
Yiyecek sıkıntısı, her an ölümle burun buruna olma, çıkan yangınlar, yaralılar,
ölüler, kollarını, bacaklarını kaybedenler. Tüm bu kaosun içinde Karl Eliasberg
ve Şostakoviç günlük görevlerini ısrarla sürdürürler. Biri ikinci sınıf görülen
Radyo Orkestrasıyla her gün provalar yapar, diğeri bestesini tamamlamak üzere
çok az uykuyla da olsa – geceleri konser binasında yangın nöbeti tutmaktadır-
çalışır.
Leningrad’daki 1941-42 kışında yaşanan açlığı,
sefaleti anlatan sahneler insanı derinden sarsıyor, imgeleminde oluşan resimler,
hissedilen duygular, insanlığın ne kadar zalim olduğunu bir kez daha öğretiyor.
Güneydoğu’daki çeşitli bölgelerde uygulanan sokağa çıkma yasaklarının, oralarda
yaşayan insanları maruz bıraktığı sıkıntıları da bu kitabı okurken hissetmemek
mümkün değil. Ancak şu alıntılarda verilenler insanlığın yüzyıllardır hiçbir kıyımdan
ders almadığını ispatlıyor.
“İlkbahar gelmişti ve Olga’nın sözleri yeni ve
ürkütücü bir anlam kazanmıştı. İnsanların bombalardan ya da açlıktan
öldüklerini görmekten daha kötüsü, onların başına daha sonra neler geldiğini
anlamaktı. Karın kirli örtüsü kalktıkça cesetlerden çoğunun paramparça olduğu
görülüyordu.”
“Deri çantasını aylar önce ocakta kaynatmıştı;
ortaya tadı çok tuhaf olan bir parça protein çıkmıştı, annesine onun domuz
jölesi olduğunu söylemişti, birkaç hafta yetmişti onlara.”
Romandaki kişiler ve
olaylar gerçek yaşamdan kurgulanmış.
İsimler değiştirilmemiş. Karl Eliasberg’in biyaografisi incelendiğinde;
savaştan sonra yine ikinci plana itildiği, yokluk içinde, tamamen unutulmuş
olarak 1978 yılında öldüğü görülüyor. Sarah Quigley onu romanının merkezine
alarak yıllar sonra hak ettiği değeri veriyor.
Kemancı Nikolay’ın kızı Sonya ve onun çellosu
romana ayrı bir çeşni katmış. Deutschlandradiokultur.de web sayfasında okuduğum
söyleşisinde yazar; gençliğinde çello çaldığını, bir süre sonra kendi kendine
hayatına nasıl yön vereceğini sorduğunda müzisyen olmak konusunda %98 emindir. Ancak
ilk öykülerini yazdıktan sonra edebiyatın onun hayattan beklentilerinin %100
ünü karşıladığını anlar. Bu romanlada hem müzik, hem edebiyat sevgisi iyi bir
sentez oluşturmuştur.
*Orkestra Şefi- Sarah
Quigley
Kırmızı Kedi Yayınevi 2.
Basım Mart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder